ULUS, CUMHURİYET'İNE

SESLENİYOR   

  • EN ÇOK ATATÜRK’Ü VE CUMHURİYET’İ SEVİYORUZ Cumhuriyet’le, Türkiye Cumhuriyeti 27 yaşında iken tanıştım. Bu tanışma, ilkokul 1. sınıfta başladı. Kayseri’deki okulumuzun adı, “Cumhuriyet İlkokulu” idi. Evimizden, elimde kartondan yapılmış çantamla okula gidip gelirken geçtiğim, şehrin en büyük alanının adı da “Cumhuriyet Alanı”… Evimizde Atatürk’ün fotoğrafı vardı; Cumhuriyet Alanı’nda da “Atatürk Anıtı”… Okulumuzda sabahları Öğrenci Andı’nı hep birlikte söyledikten sonra, öğretmenimiz “Çocuklar, en çok kimi ve neyi seviyorsunuz?” diye sorunca, yüksek sesle “Atatürk’ü ve Cumhuriyeti” diye cevap verirdik. Atatürk’ü, Çanakkale Cephesi’nde düşmana karşı birlikte savaştığı babamdan dinledim. Osmanlı Devleti 1918’de 1. Dünya Savaşı’nı kaybedince, bir zamanlar üç kıtaya yayılmış olan koskoca imparatorluk, Anadolu ve Trakya’da sıkışıp kalmış. Savaşın galipleri ise başta İstanbul ve İzmir olmak üzere tüm Türk topraklarını ele geçirmek istemiş. Atatürk, 16 Mayıs 1919’da, Kurtuluş Savaşı’nı fiilen başlatmış. Topu tüfeği yokmuş ama kurmay donanımı varmış. O gün Bandırma Vapuru ile Galata İskelesi’nden yola koyulmuş. Yanında 18 kişiden oluşan yol arkadaşları bulunuyormuş. Vapurun alt kattaki deposuna dağlık arazide gerekebilir diye Atatürk’ün talimatıyla birkaç adet binek atı bindirmişler. Deniz yolculuğu üç gün sürmüş. 19 Mayıs’ta Samsun’a ulaşmışlar. Karayoluyla Amasya’ya uğrayıp önce Erzurum’da, ardından da Sivas’ta kongreler toplamış. Kurmayı hedeflediği Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel taşlarını Anadolu’da döşemiş. Çetin yolculuğu yaklaşık sekiz ayda tamamladıktan sonra, 27 Aralık1919’da Kayseri üzerinden Ankara’ya ulaşmış. Başkent olmasına karar verdiği, adeta bir Anadolu kasabası büyüklüğündeki Ankara’nın Kalaba semtinde bulunan Ziraat Mektebi’nde karargâh kurmuş. Bir yandan Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile Kurtuluş Savaşı’nı yöneten Mustafa Kemal Paşa, bir yandan da halkın temsilcilerinden oluşacak Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunu planlamış. Bu kuruluş 23 Nisan 1920’de gerçekleşmiş. Kurtuluş Savaşı bütün şiddetiyle devam ediyormuş. Yunan birlikleri Polatlı’ya kadar gelmiş. Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi’nin geçici olarak Kayseri’ye taşınmasını kararlaştırmış. Ankara’da marangozlara yaptırılan Meclis başkanlık kürsüsü Kayseri’ye götürülüp lise binasındaki büyük bir salona kurulmuş. Kısa bir süre sonra Türk birlikleri kontrolü sağlamış, başkentin Kayseri’ye taşınmasından vazgeçilmiş. 30 Ağustos 1922’de, Başkomutanlık Meydan Savaşı kazanılmış. Türkiye’nin tapu senedi olan Lozan Antlaşması’ndan üç ay sonra, 29 Ekim 1923’te, Büyük Millet Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti’ni ilan etmiş. TBMM, 1. Cumhurbaşkanlığa da Mustafa Kemal Paşa’yı seçmiş. Evet, Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i çok seviyoruz. Çünkü; * Ümmet idik, ulus olduk. * Tebaa idik, birey olduk. * İnsan hakları ve toplumsal barışla tanıştık. * Kadınlarımız, ikinci sınıf vatandaş olmaktan kurtarıldı. * Arap harflerinden Latin harflerine geçtik, dünyaya açıldık. * Cumhuriyet okulları ve üniversiteleriyle çağı yakalamak için yola koyulduk. * Tekke ve zaviyeleri, yaşam alanımızdan çıkardık. * Kıyafet devrimi sayesinde, çağdaş kıyafetlerle donandık. * Bilim ve teknolojiyle kalkınmayı öğrendik. * Düşünce ve basın özgürlüğünü yaşayarak gördük. * Dış politikada denge siyaseti sayesinde Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” prensibini rehber edindik. * Milli eğitim, milli savunma ve milli kalkınma, bizlere insanca yaşama yolunu açtı.

    devamını gör
    Hulusi TURGUT
  • Bu dünya düzeninde 100. yılımızı kutlayıp ikinci yüzyıla vardığımız bu dönemde, Bu vatanın neden zorluklarla Yüzyıl önce inşasına başlamış olduğunu daha iyi kavrayabilmemiz gerekiyor! Bu kutlu mutlu günü büyük bir coşkuyla kutladık. Birlik olduk, Sevgi seli olduk, Yollara taştık... Türkiye'nin dört bir yanında coşkuyla kutladık! Kimimiz atamızın huzuruna çıktı, Ziyaretine gitti. Kimimiz gerçekleştirilen coşkulu kutlamalara katıldı. Kimimiz çalıştığı yerden kalben o kutlamalara katıldı. Kimimiz evinden çıkamadı, ekranlardan seyretti, coşkuyla kalben o kutlamalara katıldı! Herkesin içinde o coşkuyla birlikte tek bir düşünce belirdi eminim: Türkiye Cumhuriyeti ilelebet kıyamete kadar Payidar kalsın! Bu birlik beraberliği her daim ayakta tutmak hepimizin elinde! Gelecek nesillere daha iyi bir Türkiye Cumhuriyeti inşa etmek boynumuzun borcu! Birlik beraberlik içinde laikliğe sahip çıkmalıyız. Özgürlüğün simgesi Laiklik! Ve Atamız Mustafa Kemal Atatürk ilkelerinin izinden ayrılmamak.

    devamını gör
    Hicran ERTÜL
  • Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu cumhuriyetimiz 100. yaşında. Ne kadar kötü zamanlardan geçsek de 100. yıl için bunları bir nebze de olsun göz ardı edebildik. 100. yıl çok güzel kutlandı, bunu okuyan kendim veya kendimle birlikte çocuklarım. Her zaman Atatürk'ün izinden gitmeyi unutmayın. Değerlerimize ve Atatürk'ün değerlerine sahip çıkın, onu anmayı, sevmeyi asla ama asla unutmayın. Çünkü bu cumhuriyet kolay bir şekilde kurulmadı, kolay bir şekilde de yıkılmayacaktır. Türk'ün yolunun cumhuriyet olduğunu unutmayın.

    devamını gör
    Medine CAN
  • Bilim İnsanları için Cumhuriyet'in ve Atatürk'ün Önemi Pandeminin başlamasıyla, 2020 yılında Cumhuriyet'imizin iki önemli kurumu olan Koç Üniversitesi ve İş Bankasının ortaklığıyla Enfeksiyon Hastalıkları araştırma merkezi kurdum. Bu merkez, Cumhuriyet'imizin bağımsız bilim üretme ülküsü sayesinde kurulmuştur. Cumhuriyet'in kazanımı olarak anılacaktır. https://kuiscid.ku.edu.tr Arkadaşlarımla birlikte neden ve nasıl böyle bir merkez kurduk? 1930'lu yıllarda bir yandan Türkiye'nin ilk modern üniversitesi olarak İstanbul Üniversitesi kurulurken, diğer yandan Ankara'da Halk Sağlığı sorunlarına çözüm bulmak amacıyla Hıfzısıhha merkezi kuruldu. Pandeminin başında yakıcı olarak ihtiyaç duyduğumuz tanı testi, ilaç, aşı gibi ürünleri geliştirmek amacıyla bu merkezi kurduk. Yurt dışındaki merkezler bizden çok ilerideydi, pandamı sürecinde onları yakalamamız çok zordu ama bu bir başlangıçtı. Şimdi bu merkezde çok sayıda yurt dışına gitmek yerine burada çalışmakta olan genç bilim insanlarıyla çok sayıda araştırma yapıyoruz. Sadece COVID-19 değil, enfeksiyon hastalıklarının tüm alanlarında çalışıyoruz. Dünyada rakiplerimiz aramızda yerimizi almak istiyorum. Cumhuriyet'in kuruluşundaki azim ve umut bize yol gösteriyor. not: istenirse biraz daha ilerletebilirim. Prof. Dr. Önder Ergönül Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi

    devamını gör
    Önder ERGÖNÜL
  • CUMHURİYET’İN 100. YILI Cumhuriyet, her şeyden önce, bağımsızlık ve özgürlük demektir. Emperyalizmin dünya halklarını köleleştirdiği, tüm kaynakları sömürdüğü bir dönemde, işgalci orduları kovmanın özgürlük için yeterli olmayacağını bilen, ileri görüşlü bir kavrayışın eseridir. Atatürk ve arkadaşları, tam bağımsız, özgür ve onurlu bir ülke olabilmenin ekonomik açıdan güçlü, kurumsallaşmış bir devlet ve sosyal, kültürel ve bilimsel açıdan gelişmiş bir toplum olabilmekten geçtiğini çok iyi kavramışlardı. Cumhuriyet devrimlerinin hepsinin altında yatan hedefin böyle bir devleti kurmak, böyle bir toplumsal gelişimi sağlamak olduğu açıkça görülebilir. Bunu sağlayacak olan aklı hür, vicdanı hür nesillerdir ve Cumhuriyet, böyle nesilleri yetiştirebilmek için bütün olanaklarını seferber etmiştir. Yetişen ilk nesiller de Cumhuriyet’in ideallerini tüm ülkeye yayabilmek için var gücüyle çalışmıştır. Bu açıdan Cumhuriyet büyük bir fedakârlığın da adıdır. Cumhuriyet aynı zamanda bir umudun adıdır. Tüm bireylerin eşit ve onurlu vatandaşlar olarak refah içinde insanca bir yaşam sürebildiği bir ülke umududur. İçi boş bir hayal değil, bilimsel yöntemle hayata geçirilecek bir umuttur söz konusu olan ve o yüzden hayatta en doğru yol gösterici olarak kendine bilimi seçmiştir. Kendi yaptıklarının, söylediklerinin bilimle çelişmesi durumunda bilimin söylediğine kulak verilmesini isteyen bir liderin umududur. Bugün 100. yılımızda başlangıca göre büyük mesafeler kaydettiğimiz muhakkak. Ancak 100 yıl önceki umudu hayata geçiremediğimiz de bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Tüm bireylerin eşit ve onurlu vatandaşlar olarak, refah içinde, insanca bir yaşam sürebildiği, insanlığa bilimsel, kültürel katkı sunabilen, tam bağımsız bir ülke olabilmemiz için ihtiyacımız olan şey 100 yıl önceki ile aynı; fikri hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmek ve çok çalışmak. İkinci yüzyılda, çok geçmeden, bunu başaracağımıza tüm kalbimle inanıyor, güveniyorum.

    devamını gör
    Prof. Dr. Alpay AZAP
  • Çocuktum seni tanıdığımda, hep inandım nefsine, olmaz dediler sonsuz diye bir şey yok. Oysa beden ölür, düşüncelerse sonsuzdur. Atam kurdu, ben inandım. İlelebet yaşa Türkiye Cumhuriyeti! Cumhuriyet 100 yaşında!❣️

    devamını gör
    Didem Öngel EKMEKÇİ
  • “İSTİBDATTAN KURTULMALAR” CUMHURİYETİ

    Annem 99 yaşında vefat etti. Yürümekte güçlük çektiği son bir iki yıl dışında, her yıl Cumhuriyet Bayramlarında Bağdat Caddesi'ndeki fener alaylarına katılır, büyük bir heyecanla elindeki bayrağı sallayarak 10. Yıl Marşı’nı söylerdi. Annemin bu heyecanı haksız değildi. Cumhuriyet'in kuruluşuna tanıklık eden bir kuşaktan olmanın verdiği coşku yanında, Cumhuriyet sayesinde yüksek öğrenim yapmış, meslek sahibi olmuş, kendi yaşamıyla ilgili kararlarını veren, oy hakkı bulunan, sivil toplum kuruluşlarında etkinlikler yapan bağımsız bir birey olarak yaşamıştı.

    Cumhuriyet bir bağımsızlık savaşının, büyük bir zaferin ürünü. O nedenle de çok heyecanlandırıcı. Böyle olduğu için, bu zaferin başkomutanı Atatürk aynı zamanda Cumhuriyet'in de kurucusu olmuş, köklü devrimler yapabilmiş, bunları topluma benimsetebilmişti.

    Ancak, Cumhuriyet'in kuruluş yıllarından sonra demokratik Cumhuriyet düşüncesi gelişemedi. Cumhuriyet kapsayıcı, çoğulcu, katılımcı, eşit yurttaşlığa dayanan, insan haklarına saygılı, hukuk devletinin geçerli olduğu bir demokrasiye dönüşemedi. Tersine, farklı kimliklere yer açmayan, tek tip insan yaratmaya yönelen, muhalefeti meşru görmeyen, bir rejim oldu.

    1950 seçimlerinde dokuz yaşındaydım. Demokrat Parti'nin iktidara gelişinin evde nasıl bir sevinç uyandırdığını anımsarım. Tek parti istibdadından kurtulmuştuk.

    1950’lerin sonunda işler tersine döndü. Demokrat Parti’nin baskıcı politikaları bıkkınlık getirmişti. Tahkikat Komisyonu, Vatan Cephesi, cezaevlerine atılan gazeteciler. 1960 yılında lise son sınıftaydım. “Menderes istifa” sloganlarıyla sokaklarda yürüyen gençler arasındaydım. 1960 darbesi bizim evde sevinçle karşılandı. Demokrat Parti istibdadından kurtulmuştuk.

    Derken 12 Mart muhtırası, arkasından 12 Eylül darbesi. Baskılar, işkenceler, idamlar. 1983 seçimlerini askerlerin destekledikleri parti değil, Özal’ın partisi kazanınca sevinmiştik.

    12 Eylül rejiminin istibdadından kurtulmuştuk.

    Bir aydan az bir zaman sonra seçimler var. AKP’nin tek adam rejiminin istibdadından kurtulup kurtulamayacağımızı seçim sonuçları gösterecek. Bir kere daha özgürlüğe kavuştuğumuz için sevinecek miyiz?

    Bu deneyimlerden çıkarılacak iki sonuç var: Birincisi, 100 yıllık Cumhuriyet tarihinin bir özgürlük mücadelesi tarihi olduğu ve bu mücadelelere karşın demokratik bir Cumhuriyeti kurmakta yetersiz kaldığımız. İkincisi ise, istibdattan kurtulmanın demokrasiyi inşa etmek için yeterli olmadığı, demokrasinin kurulması için ayrı bir süreç gerektiği.

    Önümüzdeki seçimlerde iktidar değiştiği takdirde, “istibdattan kurtulma” kısırdöngüsünü kırmak için önümüzde Cumhuriyet tarihinin en önemli fırsatı var.

    Demokrasinin bütün kurumlarının çöktüğü bir ülkede, demokrasiyi sıfırdan inşa etmek gerekecek. Bunun için “Nasıl bir demokrasi” tartışması yapılmalı. Demokrasiyi bu kez sağlam temeller üzerinde yeniden inşa edebilirsek istibdattan kurtulma bayramları yaşamaktan kurtulabiliriz.

    devamını gör
    Rıza TÜRMEN
  • Sevgili Cumhuriyet, bu mektup sana: Sen benim kalbimdesin. Sen bizi yaşattın, biz de seni yaşatacağız. Cumhuriyet kaybedilmeyecek! Seni bize kazandıran kişi Atatürk, Atatürk'e çok fazla teşekkür borçluyuz. Sen bize Cumhuriyet'i verdin, biz de sana kalbimizi verdik. 29 Ekim'de seni kutlayacağız. Gözün arkada kalmasın Cumhuriyet!

    devamını gör
    Betül Sena GÜNEŞ
  • SEVGİLİ CUMHURİYET, Her şeyden önce resmiyetten uzak, “sevgi”yi içeren bir hitapla mektubuma başlamış olmamın yadırganmayacağını umuyorum. Eskiden olsa, mesela üniversiteli bir genç kadın olarak ben, yadırgardım bunu mutlaka. Ne de olsa Cumhuriyet 23 Nisanlarda okunan şiirler, 19 Mayıslarda söylenen marşlar, 1 Kasımlarda bir dakikalığına duruveren hayatlar, 29 Ekimlerde asılan bayraklardı. Çocukken aşkla kapıldığım, ergenlikten itibaren kaçındığım, bugünse devlete bağlılığın yüzyıl öncesine ait biçimsel dışavurumu olarak yorumladığım seremoniler. Oysa biçimsel olanın çok ötesinde, Fransızların ilk kez “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” olarak tarif ettiği vatandaşlık ilişkisiydi Cumhuriyet. Bugün ailemin kadınlarından başlayıp dedeme doğru giden kişisel hayatlarımızın tertibi, hayatın belki de ta kendisi…. Sevgili Cumhuriyet, sen ilan edildiğinde dedem on altı yaşındaymış. Bayramlarda ve okul tatillerinde Ankara’dan yola çıkıp sekiz saatlik otobüs yolculuğunun ardından elini öptüğümüz Ali Dedem. Okuma yazmayı askerde öğrenen dedem, içine doğduğu hayatla yetinmemiş, köyünden çıkıp nüfusuna kayıtlı olduğu ilçede esnaflık yapmaya başlamış bir adamdı. Çocukluğumun ilk sekiz yılını (kesik kesik de olsa) yanında geçirdiğim bu dedeyi ben bayramlarda avucumuza konan harçlıklarla, kesekâğıtlarındaki leblebi ve lokumlarla hatırlasam da onun belleğimdeki en canlı hali üniversiteyi kazandığıma sevindiğini gizlediği andır. Kız çocuklarının on beş yaşına gelmeden evlendirildiği ilçede, kızını, yani teyzemi önce liseyi bitirmesi, ardından da tıp okuması için büyük şehre gönderen ve sonrasında onun doktorluğuyla övünen dedem, çevresinde çocuklarını ilk okutan adam olarak bilinir. Üniversiteyi kazandığımı ziyaretine gittiğimiz o yaz öğrendiğinde, sevincini ve yaşaran gözlerini fötr şapkasının altına gizlemişti. Bugün biliyorum ki onun bu sevinci Cumhuriyet’le idare edilen bir ülkenin kazanımıydı. Çünkü çocuklarının başka ufuklara açılmasına engel olmaması, onlara destek olması kişiliğinden kaynaklansa da, bu kişiliği destekleyen, ona yön ve imkân veren yine kanunlardı. Kadını erkeğe, insanı insana eşit kılan, ülke vatandaşına seçme ve seçilme özgürlüğünü tanıyan Cumhuriyet kanunları. İşlettiği bakkal dükkânında şehirden getirdiği malları satarak çocuklarını okutan, bir kızının doktor, iki kızının memur, oğlunun öğretmen olmasıyla övünen dedem, kız torununun üniversiteyi kazandığını öğrendiği yıl hayata gözlerini yumdu. Onun sevincini altına gizlemeye çalıştığı o fötr şapka bana kaldı. İlginç olan şu ki: Dedemin Cumhuriyet kanunlarıyla birlikte alışkanlık haline getirdiği bir şeydi şapka takmak ve ben bir üniversiteli olarak Cumhuriyet’i korumaya yönelik resmi kutlamalara, biçimsel söylevlere karşı dudak bükerken, aynı anda Ankara’da, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin koridorlarında dedemin bu şapkasıyla dolaşıyordum. Yaşasın Cumhuriyet! Dedemin şapkası hâlâ bende.

    devamını gör
    Menekşe TOPRAK