ULUS, CUMHURİYET'İNE

SESLENİYOR   

  • “Dahili ve harici bedhahlar” seni yaşatmak ve kurucu ilke ve değerlerin doğrultusunda seçimler yapmak konusunda sorumluluğumuzu ve kararlılığımızı artırıyor. Demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti idealine sahip çıkacağız; “Yurtta sulh cihanda sulh” için çaba göstereceğiz.

    devamını gör
    Çiler ÇOLAKOĞLU
  • Cumhuriyet, ortak bir geçmiş ve ortak geleceği temsil eden manevi bir duygudaşlık etrafında bireyleri toplum olarak birleştiren kültürel sembollerin yapısal bir bütünüdür. Ortak geçmişin anlatıları, mitleri, figürleri ve toplumun ortak geçmişine dayanan manevi bütün toplumsal bağı, toplumsal benliğe dair algımızı oluşturur. Cumhuriyet'e toplum ve birey olarak atfettiğimiz nitelikler, bize aidiyet duygusu sağlar ve bizi birlikte yaşamak için bir arada tutar. Bu yıl bir asra erişen, tüm değerleriyle, ortak geçmişiyle ve tarihi figürleriyle köklü bir Cumhuriyet'e sahip olmak bir gurur vesilesi. Sahip olduğumuz bu kıymeti daha ileriye taşımak ve daha iyi bir ortak geleceği inşa etmek için Cumhuriyet'i bir kılavuz kabul edip, dünya ülkeleri sıralamalarında yerimizi hep en üstlerde bulmak dileğiyle, nice 100 yıllara.

    devamını gör
    Özgür EMİR
  • Cumhuriyet benim için kadın demektir. Kendimden biliyorum. Maraba bir babanın 1950'de doğmuş üçüncü çocuğuyum. Babam bizi zor koşullarda okuttu. Annem hiç okuma bilmezdi; babam ilkokulu onun bunun elinde okumuş. Bizleri de okuttu. Eğer Cumhuriyet idaresi olmasaydı ben de anam gibi olacaktım. Annemi "Kız çocuğu okumaz" diyerek okutmamışlar. Babamın olanakları olsaydı, ilkokul öğretmeni değil, daha yüksek mertebelerde olurdum. Cumhuriyet sayesinde ve Atatürk'ün devrimlerini içime sindirerek, köyde ilk okumayı öğrenen ve kadın öğretmen olan ben oldum. Atamızın ilkelerinden sapmadan bu yaşıma geldim. Cumhuriyet laiklik demektir. Cumhuriyet'in kuruluş döneminde bir asırdan beri devam eden medeniyet mücadelesinin kesin zaferi, Medeni Kanun ve laiklikle kazanılmıştır. Laiklik, Cumhuriyet'in temelidir.

    devamını gör
    Meryem ÖZDEMİR
  • “ÇAĞDAŞ UYGARLIĞI YAKALAMAK VE AŞMAK” İnsanlık tarihinde 100 yıl çok kısa ve düz bir yoldur. Ama bir devlet için yeterince uzun ve karmaşık ayrıntılarla, güçlüklerle doludur. Elbette o ayrıntılarda birtakım anlaşmazlıklar veya görüş ayrılıkları olsa bile Cumhuriyet’e giden yolu açan bağımsızlık savaşına katılan kahramanların fedakârlıkları ve efsanevi zaferleri sonsuza kadar unutulmayacaktır. Aynı şekilde kurtuluşun ve kuruluşun öncü lideri ile kahramanlar kuşağının mirası ulusal ve evrensel değerler, 100 yıl sonra canlılık ve geçerliliklerini koruyabiliyorlarsa bu muhteşem bir kadirbilirliktir. Rütbe ve makam farkı gözetmeksizin, kadın-erkek-çocuk ayırımı yapmaksızın her birine ayrı ayrı şükranlarımızı, teşekkürlerimizi sunuyoruz. Cumhuriyetimizin aziz yurttaşları her geçen yıl yenilenen ve güçlenen bir bağlılıkla vatanın özgürleştirilmesi; ulusal ve evrensel değerleri koruma ve inşa sürecinde sorumluluk alma gayretlerini sürdüreceklerdir. Türk Milli Mücadelesi’nin ve Türk aydınlanmasının en büyük eseri “Türkiye Cumhuriyeti” üzerine düşünürken (muhasebe yaparken) bütün yaşananların, her şeyiyle “bizim tarihimiz” olduğu hakikatine kendimizi alıştırmalıyız. 100 yıllık zaman diliminde cumhuriyetimizi yöneten hükümetlerimizin büyük meziyetleri kadar kimi önemli kusurları da olduğunu biliyoruz. Dün olduğu gibi bugün de yurttaşlar olarak farklı inançlarımız, düşüncelerimiz, beklentilerimiz vardır ve olacaktır; ama hepimiz aynı geminin yolcularıyız. Cumhuriyetimizin 100 yıl önce kuruluş sürecinde belirlenen stratejik hedeften hiçbir şekilde sapma gösterilmemelidir. Kurucu liderimiz Kemal Atatürk’ün özgün anlatımıyla “çağdaş uygarlığı yakalamak ve aşmak” olarak gösterilen bu stratejik hedef titizlikle sürdürülmelidir. Ancak bu stratejik hedeften ayrılmadan bütün yurttaşlarımızın insan haklarına dayalı bir hukuk düzeninde yaşaması herkes için erişilebilir kılınabilir. Cumhuriyetimizin ikinci 100 yılında “geniş” düşünen, “bol” üreten ve adaletine “güvenilen” bir cumhuriyetin yurttaşları olmak bize daha çok yakışacaktır.

    devamını gör
    Prof. Dr. Hikmet ÖZDEMİR
  • Sevgili Cumhuriyet, 100. yaşını kutluyor olmak ne büyük gurur ve ne büyük mutluluk... Ve biliyorum ki daha çok asırlar kutlanacak. Bugün özgür bir Türk kadını olarak kimseye muhtaç olmadan, vatanımda başım dik, onurlu bir şekilde yaşayabiliyorsam senin ve seni bizlere hediye eden Atatürk'ün sayesinde. Ulu önderim, Başkomutanım, Başöğretmenim ve tüm silah arkadaşlarını, Milli Mücadele ruhuyla tüm emeği geçen şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum. Hepinizin mekânı cennet olsun Minicik bir çocukken kutladığı bayramlarda kalbi deli gibi çarpan, şimdi yetişkin olan ama aynı heyecanı taşıyan güzel insan, bayramın kutlu olsun. Umudunu, inancını, vefasını hiç kaybetmeyen, sevgiye önem veren, saygıya daha da fazla önem veren, görev ve sorumluluklarını layığıyla yerine getiren, İstiklal Marşı'nı okurken gururu, mutluluğu, duygusallığı aynı anda yaşayıp duyguları birbirine karışan Çılgın Türk senin de bayramın kutlu olsun. "NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!"

    devamını gör
    Meltem Pınar BALTACIOĞLU
  • Sevgili Virginia Woolf, Size bu mektubu, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılı’nda; 1929 yılında yayımlanan, “Bir kadın kurmaca yazacaksa parası ve kendine ait bir odası olmalıdır” deyişinizin geçtiği Kendine Ait Bir Oda isimli deneme kitabınızı okumuş ve hatta geçtiğimiz kış İstanbul Anadolu yakasında küçük bir kültür merkezinde, kitabınızdan uyarlanarak sahnelenmiş aynı adlı –iki kişilik– tiyatro oyununu, bir avuç kadın hakları savunucusu ve feminist seyirciyle izlemiş bir Türk kadın kurmaca yazarı olarak yazıyorum. İzninizle size “sen” diye hitap etmek istiyorum. Sevgili Virginia, İngiltere gibi, çağımızın demokrasi beşiği olarak algılanan; bilimde, sanatta, edebiyatta, teknolojide ve en önemlisi insan hakları gibi son derece önemli alanlarda, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere örnek olan gelişmiş bir ülkede; kadınların 1800’lerin sonlarına kadar Oxford ve Cambridge gibi köklü üniversitelere alınmadığı, seçme ve seçilme haklarının olmadığı, 1900’lerin başlarında kadın yazarların, bin bir zorluklarla karşılaşarak, takma erkek isimleriyle yazdığı kitapları okurla buluşturma mücadelelerinin hüküm sürdüğü o karamsar dönemleri yaşadığını biliyorum. Seni çok iyi anlıyor, duygularını paylaşıyor ve verdiğin mücadelenin yanında olduğumu belirtmek istiyorum. Hatta, yazma isteğinin sende ilk filizlenmeye başladığı dönemde, sırf meraktan Londra’daki British Library Kütüphanesi’ne gittiğini, o dönemde yazan kadın yazarların kimler olduğunu merak ettiğini, kütüphanenin tozlu raflarında neredeyse hiçbir kadın yazar bulamayınca, bu sefer de kadınlar hakkında yazılmış kitapların izini sürdüğünü ve ne yazık ki kadınlar hakkında yazılmış tüm kitapların erkekler tarafından yazılmış olduğunun farkına vardığını da biliyorum. Hatta, bu kitapların hemen hepsinde de kadının ikinci sınıf bir varlık, haz kaynağı bir meta, namus bekçisi bir köle, beceriksiz, sınırlı zekâya sahip, insanla hayvan arasında bir mahlukat olarak tarif edildiğini görüp hayal kırıklığına uğramıştın… Virginia, biraz da Anadolu topraklarında tekrar geçmişe dönelim… Türkiye’de Cumhuriyet döneminden önce kadınlara baktığımızda ne görüyoruz? O dönemde Anadolu’da sosyo-kültürel alanda ön planda yer alan belki birkaç kadın sayabilirim. Onların da çoğu gizli saklı faaliyet gösteriyordu. 1920’lere kadar kaç kadın yazarımız, şairimiz vardı? 1-2? Kısacası yok denecek kadar az… Kadınlar yazar mı olacaktı o dönemde? Neredee? Tefe koyarlardı. Tarihte, maalesef kadın her zaman toplumdan uzak tutulmak istendi. Kadın küçük görüldü ve beceriksiz olarak lanse edildi. İngiltere’de de böyleydi. Anadolu’da da durum benzerdi. Toplumların yarısını oluşturan “Kadın” tüm çağlarda aşağılandı ve asla öne çıkartılmaması gereken bir cins haline getirildi. Sevgili Virginia, kitabında verdiğin örneklerde, erkeklerin kadınlara uyguladığı baskının ve her zaman süre gelen “eşitlik” tartışmasının yanıtını tarihten alıntılar yaparak açıklıyorsun. Kadın ve edebiyat arasındaki bağlantıyı, kadınların erkeklerden neden daha az yazdığını, yaratıcılıklarının neden erkekler kadar olamadığını, tarihsel süreç içerisinde kadının toplumdaki silik ve geri plandaki konumunu, kadınların dünyasına dair ilginç tespitlerin ve farklı bakış açınla anlatıyorsun. Bu tarihe ışık tutan ve kadınların yolunu bir meşale gibi aydınlatan eserin için seni tebrik ederim. Bugüne kadar okuduğum diğer kitaplar, izlediğim filmler ve haberlerden edindiğim izlenim; doğuran ve çoğaltan bir varlık olan kadının, karşı cinsteki zihinsel verimliliğe de sahip olabilmesi gerçeğinin, kadın ve erkeğin zihinsel eşitlik ilkesinin bilinçli olarak yadsınması, yok sayılması... Ne yazık ki dünya üzerinde, kadının evde kapalı kapılar altında tutulduğu, bilim, sanat ve iş dünyasında önemsiz bir varlık olarak kabul edildiği, psikolojik ve fiziksel şiddete maruz bırakıldığı tarihsel karanlık dönemler oldu. Hiç anlamıyorum Virginia! Hangi hastalıklı zihniyet, kadının tiyatro oyununda oynayamayacağını, kitap yazamayacağını, şarkı besteleyemeyeceğini söyler? Hangi zalim düşünce, kadını işe yaramaz olarak tanımlayıp, ayak işlerine layık görür, hangi mantık beceriksiz ilan eder? Sevgili Virginia, belki de her şeye rağmen bugünleri görseydin, bir 100 yıl sonra bazı şeylerin değiştiğini ve geliştiğini görecektin. Bu gelişmişliğin yanında yetkin bir yazar olarak, illâ ki gelişkin düzenlerin aksayan taraflarını da görecektin… Bundan 100 yıl geriye gittiğimizde, bugünlerin hayâl bile edilemeyeceğini kesinkes düşünebiliriz. Dünden, bugüne neler oldu, neler yaşandı sevgili Virginia? Kadınlar savaşlarda, kıtlıklarda her zorluğa göğüs gerdi. Kendini unuttu. Anasına, babasına, kocasına, çocuğuna kendini vakfetti. Peki ya toplumda bir birey olarak kendisinin, yaratıcılığının, toplumdaki sosyokültürel, sanatsal, zihinsel, bilimsel varlığının rolü ne olacaktı? Ahh Virginia, geçmişi zaman makinesinde geri giderek değiştiremeyiz. Geleceği de ümit ederek şekillendiremeyiz. Hayatımızın anlamı tam olarak şu anda... Bugünler şekillenmedikçe, yarının hiçbir önemi yok maalesef... Geçmişi ders alınacak bir yapı olarak düşünüp, yarın için bugünden harekete geçmeliyiz. Kadın erkek ayırımcılığı bir yana; ırk, ten rengi, din, mezhep ayırımı da yapmamalıyız. Tek bir insan nesli olarak yaratıldığımızı kabul edip, birbirimizi ötekileştirmemeliyiz. Hepimiz bu dünyanın insanlarıyız. Bunu unutmamalıyız. Sevgili Virginia, ülkemizde kadınların temel hak ve özgürlüklerini kazanması, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet döneminde ve sonrasında oldu. Ülkemiz kadınlarının 1900’lerdeki okuma oranı yüzde 0,06 gibi komik bir rakamdı. Cumhuriyet sonrasında Latin alfabesinin yazı diline getirilmesi, kılık kıyafet devrimi, laiklik ve 1928’de, İngiltere dahil pek çok gelişmiş ülkeden daha önce, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının veren medeni kanun gibi ilke ve devrimlerle ülkemizde neler mi oldu? Kadın yazarlarımız, şairlerimiz, öğretmenlerimiz, profesörlerimiz, sinema, tiyatro sanatçılarımız, uçak pilotlarımız, doktorlarımız, şarkıcılarımız, bale yapabilen, opera söyleyen, dans edebilen kadınlarımız oldu. Kadınların erkeklerle eşit haklara ve statüye sahip olup, hayatın içinde etkin rol alması; memleketimizin yüzyıllardır kendisine hâkim köhne zihniyetten sıyrılarak, demokratik bir cumhuriyet haline evrilmesini sağladı. Sevgili Virginia, o yıllarda Amerika ve Avrupa kıtası bile, Türkiye Cumhuriyeti’nde gerçekleştirilen bu özgürlük devrimine şaşmış kalmıştır. İnanmazsan, Times’ın o dönemki yayınlarına bakabilirsin. Kitabında kadınlara şöyle seslenmiştin Virginia, “Para kazanın, kendinize ait boş bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!” Biliyor musun Virginia, biz Cumhuriyet kadınlarının kurmaca yazarı olması için senin demiş olduğun üzere; ne “paraya”, ne erkekler “ne der?” diye düşünmemize, ne de içinde yalnız kalabileceğimiz “kendimize ait bir odaya” ihtiyacımız yok! Çünkü bizim, “Bir toplum, bir millet, erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin!” “Kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir. Kadınlar toplum yaşamında erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.” “Yoksul kadın, hiçbir şeyi olmayan kadın anlamında alınmıştır. Halbuki kadın denilen varlık, bizatihi yüksek bir varlıktır. Kadına yoksul demek, onun bağrından kopup gelen bütün insanlığın yoksulluğu demektir.” “Tarih, Türk inkılâbını anlatırken, bunun bir kurtuluş olduğunu en başta söyleyecektir. Bu kurtuluşun çeşitli aşamaları içinde de, özellikle kadınların kurtulmasını anacaktır.” “Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir.” Sözleriyle bizlere seslenen bir Atamız, Mustafa Kemâl Atatürk’ümüz ve O’nun önderliğinde kurulmuş, kadını el üstünde tutan, güvencemiz, asırlık çınarımız, anlı şanlı 100 Yıllık Cumhuriyetimiz var! Umut dolu aydınlık yarınlara… Sevgilerimle,

    devamını gör
    Aslıhan GÜVEN
  • Atamızın büyük emaneti olan Cumhuriyetimiz'in 100.yılına şahit olmuş bir nesilde olduğum için gurur ve sevinç duyduğum gibi, Atatürk'ün gölgesi altındaki ilk yıllarına da şahit olamadığım için üzüntü ve özlem duyuyorum. Bu özlem duygum ne zaman aklıma gelse onun "Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir" sözünü hatırlıyorum. Evet onun yüzünü göremesem de onun fikirlerini ve ideallerini benimsediğim için diyorum ki ben onunla tanıştım. Gençliğe Hitabesinde bahsettiği gibi bizi Cumhuriyet'ten koparmaya çalışan birçok iç ve dış düşmanlarla karşılaştığımız bu zamanda ilk yılından 100.Yılına kadar bu ilkeleri benimseyen ve bu asil emanete sahip çıkabilmiş insanlardan biri olduğumu hissediyorum. Daha kaç Cumhuriyet bayramı görebilirim bilmiyorum ama bu 100 yılda olduğu gibi gelecek daha nice 100 yıllarda dahi tüm engellemelere ve hainlere karşı durabilmiş nice Atatürkçü nesiller olacağından da eminim ve bu yüzden içim çok rahat. Nice 100 yıllara.

    devamını gör
    Orhan ÖZDEMİR
  • Cumhuriyet, emperyalistlerin zalim emelleriyle dize getirilmek istenmiş bir milletin başkaldırısıdır. Tarih kitaplarında asırlar boyu medeniyetsiz ve çağdaşlıktan uzak olarak görülmüş bir milletin tarihi yeniden yazacağı bir destanın başlangıcıdır. Bu vatanın ekmeğini yiyen, suyunu içen ve memleketini sevmekten daha büyük bir gayesi olmayan insanların yıldıza aşkı, hilale sevdasının dışavurumudur. Bilimi ve aklı reddeden saltanatın kaybetmeye mahkum olduğu 1920ler dünyasında, geleceği 100 yıl önceden gören bir ışığın yolumuzu aydınlatmasıdır. O ışıktır ki; manavın oğlu Ahmet'i, ayakkabı boyacısı Ali'yi, kahvehane çırağı Rüstem'i, terzi yamağı Ayşe'yi cumhurbaşkanı da yapar başbakan da.. 100 yıldır hiç sönmeyen ışığı çocuklarımıza bırakacağımız eşsiz bir mirastır. Bu ülkenin evlatları her geçen gün muasır medeniyet çıtasını arş-ı alaya daha da çıkarmak için var gücüyle çalışacaktır. Ne mutlu bu vatan toprağında nefes alana, memleketin gökyüzüne bakana, Türk olana!

    devamını gör
    Ufuk DÖNMEZ
  • Payidar Cumhuriyet’im; 100 yıllarca verdiğin savaşın 100. yılındasın. Kutla zaferini, doğumunu en haklı gururunla. Sen bizimsin, kadınına taktığın hürriyet kanadı, baştan aşağı donattığın hür zihniyetsin. Biz seniniz, seninle yürürüz, senin yolunda bütünüz. Bizim yolumuz sana doğru, hiç bu yoldan döner miyiz? 100'lerimizi eğmeden, dimdik bir şekilde sana sahip çıkacağımıza ant içiyorum. 

    devamını gör
    İrem Zeren ÖZTÜRK